Kur-an ı Kerimde " Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık" buyuruluyor. ( Tin suresi 4. ayet )
Allah yerde ve gökte olan her şeyi insana tabi kılmış ve insanı bu varlıkların efendisi olarak yaratmıştır . İnsan bu kadar değerliyken suç sayılan fiilleri, işlediği cürümleri sebebiyle esfel-i sâfilin mertebesine (aşağıların aşağısı) inebiliyor. Hayvan dahi bu tür insanlardan daha üst mertebede yer alıyor.
Avrupa ilk defa Kant ile birlikte insana değer verdi. Kant "İnsan bir alet bir vasıta değil fakat başlı başına bir gayedir" dedi.
İnsan, siyasi saiklerle dönem dönem siyasal iktidarlarca değersizleştirildi. Bazan da ailesinin çevresinin etkisiyle kendi psikolojisinden kaynaklı, suça sürüklendi. Hapse girdi. Katil oldu, cani oldu, hırsız oldu. Mahkum oldu . Kendine kader mahkumu dedi. Bazen de yargının hatalı işlemleri nedeniyle, işlemediği suçdan dolayı hapse girdi. Orada, ona, yargı sistemi ve hakim zulmetti.
Biz inanıyoruzki ,Allah adildir. Er geç adalet tecelli edecektir. Hazreti Yusufun zindanda geçen günleri buna delalet eder.İlâhi adalete inanıyoruz. İnsan, geçmişte işlediği günahlardan dolayı mahkum da olabilir. Bu da o insanın günahlarına kefaret olur.
Yazımızdaki, ibret vesikası yaşanmış olay ne de güzel herşeyi özetliyor.
"Rahmetli Vahşi Şaban ağabey, merhum Hüsrev Altınbaşak Ağabey’in Afyon Yusufiye medresesinde başından geçen şu enteresan hatırasını naklediyor; “Beni Afyon hapishanesinde canilerin koğuşuna koydular ki öldürtmek için. İçeride 60 kadar cani var, en aşağı ceza alan 50 sene almış.
Girdim, selam verdim, selamımı alan olmadı. Orada bir yere oturdum. Hapishane idaresi yatak yorgan vermediği için o soğuklarda üç gün yerde yattım. Kimse oralı olmadı. Tabii bu zaman zarfında namazımı kılıyorum.
Üç gün sonra bir adam yanıma yaklaştı. Oranın efesi imiş.
“Hoca mısın sen?” diye sordu. “Değilim ama namaz kılarım” dedim. Sonra aramıza şu şekilde bir muhavere oldu;
-Bir soru sorsam bilir misin?
-Bildiğim bir şeyse söylerim, sor?
-Ben 18 tane adam yaktım, 15 tane adam öldürdüm, hırsızlık yaptım, şunu yaptım, bunu yaptım. Ben bu halimle cennete girebilir miyim?
-Kardeşim şöyle bir otur ben sana bir cevap vereyim” dedim, oturdu. Nerelisin sen? dedim, Karadenizliyim dedi.
-Karadeniz’i hiç gördün mü?
-Gördüm elbette..
– Peki söyle bakalım; Bu Karadeniz’e bir damla su damlatsak arttığı belli olur mu?
– Olmaz.
– Peki bir damla alsak, azaldığı belli olur mu?
– Olmaz.
Aynen bunun gibi Cenab-ı Hakkın öyle Rahmet okyanusları vardır ki senin günahların onun yanında bir damla bile değil. Eğer sen pişman olur sıdk ile, sadakatle tövbe eder, beş vakit namazını kılarsan değil Cennete girmek, orta yerine bile gidersin.Bu söz üzerine bu, bir ayağa kalktı ve diğer mahkûmlara bağırarak; “Ulan deyyuslar, bana Cennet olduğuna göre size haydi haydi..”
Tam köşede bir su borusu vardı her şeylerini orada yıkıyorlardı. Oraya battaniye gerdirdi. Herkese gusül edip abdest almalarını emretti. Ama korkudan, ama güzellikle öğlene kadar herkese güzelce abdest aldırdı. Öğlen vakti; “hocam sen imamsın, biz cemaat” dedi. O günden itibaren beş vakti cemaatle kılmaya başladık.
Akşam olunca mahkûmlara bütün yatakları üst üste koymalarını emretti. Sebebini sorunca; “hocam, sen orada üç gün soğukta yerde yattın. Bir hatırını sormadık. Ceza olarak üç gün biz yerde sen de bu yataklarda yatacaksın” dedi. Dedim ki; “kardeşim siz onu bilmeden işlediniz. Ben bile bile bu zulmü nasıl işlerim. Siz bana bir yatak verseniz kâfi”
Sonraki günlerde tesbihata da başladılar. Bir gün o efe yanıma geldi. “Hocam” dedi “Eğer bir şey olmaz da sağ salim dışarı çıkabilirsem ilk işim nerede olursa olsun senin ziyaretine gelecem”
Gerçekten 1950’de bir af çıktı. Bütün koğuş tahliye edildi. Bu zat yürüyerek Afyon’dan Isparta’ya ziyaretime geldi.
Neden önce ailesini ziyaretine gitmediğini sordum. Ağlayarak dedi ki; “Hocam o ailem değil mi ki ben bu günahları işlerken beni men etmeyen. “Sen efesin, efesin” diye beni teşvik eden. Sen ise hem benim hem de arkadaşlarımın hidayetine vesile oldun. Amerika’da bile olsan vallahi yine gelirdim. Allah senden razı olsun.” diyor.
İnfaz hukuku alanında olduğu gibi her alanda örnek aldığımız batıda , 18.yüzyılda kilisenin baskısına rağmen ilk defa Beccaria cezaların insanileşmesini savundu. Beccaria'nın Suçlar ve Cezalar adlı kitabı bu alanda bir devrimdir. Ceza ağır olduğu nisbette suçları önler görüşüne karşı çıktı.
Avrupada, mahkumlar diri diri ateşe atılarak yakılma, mahkumun tekere gerilmesi, çuvala koyup suda boğulması, kaynar suya daldırma, diri diri toprağa gömme, kolları ve bacakları dört beygire bağlayıp ayırma v. b. şekillerde infaz edilirdi. Kılıçla kafa uçurarak ölüm asillere mahsustu.
Muhakeme usulleride çok zalimane idi. Bir öküz boynuzuyla sanığa çok fazla su yutturma, kaynar veya soğuk suya batırma, kızgın demirle dağlama sonucu sanık bunlara dayanırsa Tanrı onu korumuş olacağından suçlu sayılmazdı .
Avrupanın adalet anlayışı ve adalet mekanizması bu kadar zalimane ve vahşiyane durumdayken kilisenin her türlü baskısına rağmen ilk defa Beccaria bu sisteme başkaldırdı. Montesquieu, Voltaire, J.J. Rousseau aydınlanma çağının öncüleri oldular.
İslam dünyası, ceza ve infaz hukuku alanında, batının aydınlanma dönemine kadar yaşadıklarını yaşamadı. İslam hukuku infaz hukuku alanında dünyaya örnek oldu. Yukarda zikrettiğimiz hapishane macerası, hapishanenin medrese-i yusufiye ye dönüşmesi halinde neticenin ne kadar muhteşem olacağını bizlere gösterdi.
İslam bizim için en büyük niğmettir. Allahu Teala boşuna bize "Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim". demiyor.(Maide suresi 5/3) Yukarda zikrettiğimiz yaşanmış olay İslamı yaşadığımız zaman nelerin değişebileceğini bize çok iyi gösteriyor.
Günümüzde hapishanelerimiz ceza infazında mahkumları eğitmeyi gaye edinen kurumlar olmalıdır . Malesef mahkum olsun tutuklu olsun eşrefi mahlukat olan insanı esfel i safilinden kurtarma konusunda başarılı olunamamıştır. Hapishaneye giren insanların büyük bir kısmı suç makinesi olarak oradan çıkmaktadır.
Kısa süre önce 28 Şubat döneminde Gebze Belediyesinde çalışan arkadaşlarımızın bir kısmı Bayram Paşa Cezaevinde tutuklu olarak kaldılar. Orada da koğuş ağaları vardı. Koğuş ağası istediği tutukluyu koğuş dışına çıkarıyor. Çetesi ile birlikte döğüyor, şişleyerek öldürüyor. Bütün masraflarını diğer mahkumlara karşılatıyor. Dışardaki ailesinin masraflarını ve iaşesini dahi hapishane mahkumlarından zorla alıyordu. Belediye de yönetici olan bir arkadaşımız ihtiyaçlarını koğuş ağasından satın almadığı için koğuş dışına atılmış, sonra affederek tekrar koğuşa kabul edilmiştir.
Tutuklu arkadaşlarımız dönemin adalet bakanından torpil yaptırarak Kartal cezaevine nakledildiler. Hapishane çetesinden kurtuldular.
Günümüzde, avrupayı körü körüne taklit etme etme yerine hapishanelerin medrese-i yusufiye ye çevrilme zamanı gelmiştir.
Eğitimci ve Hukukçu Av Necmi ÖZEN
|